Allahu Ahad, Allahu Ahad
İslam'ın Doğuşu filminden. |
وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ*
صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ*
صَلُّوا عَلَى طَبي۪بِ قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ*
صَلُّوا عَلَى شَفي۪عِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ*
رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى*
وَاُفَوِّضُ اَمْرِي اِلَي اللَّهِ * اِنَّ اللَّهِ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ*
سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلي۪مُ الْحَكي۪مُ*
سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلَّا مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَادُ الْكَري۪مُ*
اَعُوذُ بِاللَّهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ* بِسْــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـمِ*
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.
Salât ve selâm O’nun resulü Hz. Muhammed (sav)’in ailesinin ve bütün ashabının üzerine olsun.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e salât getirin.
Kalplerin tabibi Hz. Muhammed’e salât getirin.
Günahlarımızın şefaatçisi Hz. Muhammed’e salât getirin.
-Ey Rabbim! Göğsümü ferah eyle, işimi kolaylaştır. Dilimin bağını çöz de sözümü anlasınlar. Ben işimi Allaha bırakıyorum. Şüphesiz Allah kullarını görür.
-Ya Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Senin bize öğrettiğinin dışında bizim ilmimiz yoktur. Şüphesiz Sen, her şeyi en iyi bilen, her işi hikmetli olansın.
-Ya Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Senin bize gerçeği anlattığının dışında bizim anlama imkânımız yoktur. Şüphesiz Sen, çok cömertsin ve çok ikram sahibisin.
(1)De ki: O Allah tektir. (2) Allah sameddir. (Samed: Hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Her şey O’na muhtaçtır ve tüm canlıların ihtiyacını yalnızca o giderir. Her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulur.) (4) Doğmamış ve doğrulmamıştır. (5) Hiçbir bir şey O’nun dengi değildir.
Bundan sonra…
Kuşkusuz Allah (c.c.) Bir’dir denildiğinde, kelimenin ilk anlamıyla verildiği gibi sadece Allah’ın bir kardeş sahibi (haşa) olmadığını ya da putlarla eş tutulmaması gerektiğini veya O’ndan başka bir varlığa tapılmaması gerektiğini mi anlamalıyız.
Vallahi hayır. Allah’ın (c.c.) tek oluşu, hayatımızın her anında tasdik etmemiz gereken bir iman konusudur.
Doğrusu, kimi zaman çok sevdiğimiz bir kadın ve adam, ya da mal sevgisi, evlat sevgisi bile Allah’ın Bir’liğini ve Tek’liğini inkar sayılır.
Allah’ı Bir’lemek, hayatınızda sevgi olarak O’na hiçbir şeyi eş tutmamaktır. Vallahi, hayatımızda en küçük bir şeyle ilgili duyduğumuz sevgi Allah (c.c.)için duyduğumuzdan daha ileri gitmişse, işte şirk burada başlamış demektir.
Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez. (9:24)
Neredeyse her namazda okuduğumuz İhlas Suresi’ne bu gözle bakmalı, her okuyuşumuzda “içimizdeki putlara”, ya da içimizde Allah’a (c.c.) ortak olmak isteyen her şeye meydan okuyarak bu sureyi yeniden doğru olarak anlamalıyız.
Mümin’e düşen iş, her namazda okuduğu “İhlas” ile Bilal’in (‘r.a.) Allah’ı birlemesi gibi Allah’ı birleyebilmektir. Ki o, binbir türlü işkence altında bile müşriklerin “inkar” tekliflerine evet dememişti.
İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi Bilal (r.a.)
İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda birçok kimse, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.
Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in Müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın."
Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü.
Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu.
Yeniden Anlamak için: İhlas Suresi
İhlas: Hâlis, temiz etmek, niyeti temizlemek, yalnız Allah için yapmak anlamına gelir.
Kur’an’daki sıralanışta yüz on ikinci, iniş sırasına göre yirmi ikinci süredir.
Sûrenin kaynaklarda tespit edilen yirmiyi aşkın adı vardır.
Ancak yaygın olarak İslâm dininin temel ilkesi tevhîd inancının vecîz bir ifadesi olan "İhlâs" adıyla tanınmıştır.
En çok kullanılan isimlerinden biri de "Kul hüvellahü ehad"dır. Ayrıca "Samed, Tevhîd, Esâs, Tecrîd, Necat, Velayet, Mukaşkışe, Muavvize" adlarıyla da anılmaktadır. (diğer isimleri için bk. Râzî, XXXII, 175-176; İbn Âşûr, XXX, 609-611; Emin Işık, "İhlâs Sûresi", Dİ A, XXI, 537-538)
Hz. Peygamber (a.s.m.) bu sûrenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur; "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu sûre Kur'an’ın üçte birine denktir." (Buhârî, "Tevhîd", 1)
Yine Hz. Peygamber, sevdiği için bu sûreyi her namazda okuyan bir sahabîye, "Onu sevmen seni cennete götürür." müjdesini vermiştir. (Tirmizî, "Fedâilü'l-Kur'ân", 11; "Tefsir", 93; diğer hadisler için bk. İbn Kesîr, VIII, 539-546)
وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ (4) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (3) اللَّهُ الصَّمَدُ (2) قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (1)
(1)Kul huvallâhu ehad (ehadun). (2) Allâhus samed (samedu). (3) Lem yelid ve lem yûled. (4) Ve lem yekun lehu kufuven ehad (ehadun).
(1)De ki: O Allah tektir. (2) Allah sameddir. (Samed: Hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Her şey O’na muhtaçtır ve tüm canlıların ihtiyacını yalnızca o giderir. Her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulur.) (4) Doğmamış ve doğrulmamıştır. (5) Hiçbir bir şey O’nun dengi değildir.
Tefsiri:
1. İhlâs sûresi, İslâm'ın esası olan tevhîd (Allah'ın birliği) ilkesini özlü bir şekilde ifade ettiği ve Allah Teâlâ'yı tanıttığı için Hz. Peygamber tarafından Kur'an'ın üçte birine denk olduğu ifade buyurulmuştur. Kelâmın akışı ve konunun Allah'ın nesebini (hangi soydan geldiğini) soranlara verilen cevapla ilgili olması dikkate alındığında birinci âyetteki "O" diye çevirdiğimiz "hüve" zamirinin Allah'a ait olduğu açıkça anlaşılır. Allah ismi, varlığı ezelî, ebedî, zarurî ve kendinden olan, her şeyi yaratan, her şeyin mâliki, mukadderatının hakimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan... Yüce Mevlâ'nın isimlerinin en başta gelenidir. (Bk. Bakara 2/255)
Müfessirler bu sûrede ağırlıklı olarak Allah'ın birliğini ifade eden "ahad" terimi ile var oluş bakımından kimseye muhtaç olmadığını anlatan "samed" terimi üzerinde durmuşlardır. "Tektir" diye çevirdiğimiz "ahad" kelimesi, "birlik" anlamına gelen vahd veya vahdet kökünden türetilmiş bir isimdir. (Ebû Hayyân, VIII, 528) Sıfat olarak Allah'a nispet edildiğinde O'nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder; bu sûrede doğrudan doğruya, Beled sûresinde (90/ 5,7) dolaylı olarak Allah'a nispet edilmiştir; bu anlamıyla tenzihi veya selbî (Allah'ın ne olmadığını belirten) sıfatları da içerir. Nitekim devamındaki âyetler de bu mânadaki birliği vurgular. Bu sebeple "ahad" sıfatının bazı istisnalar dışında Allah'tan başkasına nispet edilemeyeceği düşünülmüştür.
Aynı kökten gelen "vâhid" ise "bölünmesi ve sayısının artması mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık" anlamında Allah'ın sıfatı olmakla birlikte Allah'tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Türkçe'de de "bir" (vâhid) ile "tek" (ahad) arasında fark vardır. "Bir", genellikle "aynı türden birçok varlığın biri" anlamında da kullanılır. "Tek" ise "türdeşi olmayan, zâtında ve sıfatlarında eşi benzeri olmayan tek varlık" mânasına gelir.
İşte Allah, bu anlamda birdir, tektir. Ahad ile vâhid sıfatları arasındaki diğer farklar ise şöyle açıklanmıştır: Ahad, Allah'ın zâtı bakımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir.Ahad ile vahidin her biri "ezeliyet ve ebediyet" mânalarını da ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler ahadı "ezeliyet", vahidi de "ebediyet" mânasına tahsis etmişlerdir. Allah'ın sıfatı olarak her ikisi de hadislerde geçmektedir
2. "Samed" kelimesi "herkesin kendisine ihtiyacını arzettiği, fakat kendisi kimseye muhtaç olmayan" anlamına gelir. (Râgıb el-İsfehârn, Müfredata'İ-Kur'ân, "smd" md)
Sûredeki bağlamına göre samed, "var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlık ve devamını kendisine borçlu olduğu vâcibu'l-vucûd" demektir. Buna göre samed kelimesi doğrudan doğruya ahad isminin açıklamasıdır; daha sonra gelen "doğurmamış ve doğmamıştır" mealindeki âyet de samed isminin açıklamasıdır. Taberî, "samed"i, "kendisinden başkası ibadet edilmeye layık olmayan tek mâbûd" olarak tanımlamıştır. (XXX, 222) Kur'ân-ı Kerîm'de sadece burada geçen "samed" ismi başta "esmâ-i hüsnâ" hadisi olmak üzere (bk. Tirmizî, "Da'avât", 83) bazı hadislerde de yer almıştır. (meselâ bk. Buhârî, "Tefsir", 112; Tirmizî, "Da'avât", 64)
3. Allah Teâlâ'nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu ifade eden bu âyet, "samed" isminin açıklaması olup, Allah'a evlât nispet edenleri ve soy kavramına giren her şeyi; meselâ, "Mesîh Allah'ın oğludur" diyen Hıristiyanların (Tevbe 9/30) ve meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyleyen (En'âm 6/100) müşriklerin bu iddialarını reddeder. Zira çocuk, eşin olmasını gerektirir; eş de çocuk da ihtiyacı karşılamak için istenilen varlıklardır; Allah ise ihtiyaçtan münezzehtir, ezelî ve ebedîdir. Eşleri de çocukları da O yaratmıştır; yarattığı şeylere muhtaç olması ise imkânsızdır. (bk. En'âm 6/101)
Âyetin, "O, doğmamıştır" mealindeki ikinci cümlesi Allah Teâlâ'nın doğum veya sudur yoluyla bir ana veya babadan, bir asıldan meydana gelmediğini ifade eder. Çünkü doğan her şey sonradan olur; oysa Allah kadîm ve ezelîdir, yani varlığının başlangıcı, evveliyatı yoktur.
4. Bu âyet hem ilk âyetin açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özeti mahiyetinde olup Yüce Allah'ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir dengi ve benzeri bulunmadığını ifade eder. Kendisinden başka var olan her şeyi O yaratmıştır. Bu sebeple yarattıklarının O'na denk olması mümkün değildir. Nitekim bu durum muhtelif âyetlerde ifade buyurulmuştur. (meselâ bk. Nahl 16/17-22; Şûra 42/11)
İhlâs Sûresinin, Kur'an'ın üçte birine denk olduğuna dair yukarıda geçen hadisi yorumlayan âlimlerden bir kısmı, bu denkliği sûreyi okumanın sevabı, bir kısmı da konusu ve mânası yönünden değerlendirmişlerdir. İkinci görüşe göre sûre, Kur'an'ın üç temel konusundan ilki olan tevhidle alâkalı olup bu sûrenin anlamını iyice kavrayan ve itikadını bu sûrenin öğretisi yönünde oluşturan bir kimse Kur'an'ın tevhid ve akaid bölümünü de kavrayıp benimsemiş olur. Gazzâlî Cevâhiru'l-Kur'ân isimli eserinde (s. 4748) özetle şu hususlara işaret eder:
Kur'an'daki bilgiler ana hatlarıyla Allah hakkında bilgi (ma'rifetullah), âhiret bilgisi ve doğru yol bilgisi olmak üzere üçe ayrılır. İhlâs sûresi bunlardan ilkini, yani ma'rifetullah ve tevhid konusunu ihtiva etmektedir. Kur'an'daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid temeline dayandığı için sûre Kur'an'ın üçte birine denk görülmüştür. Belirtilen öneminden dolayı îhlâs sûresi tefsir kitaplarında muhtelif yönleriyle ele alınıp incelendiği gibi felsefeden tasavvufa kadar çeşitli ilim dallarında da meşhur âlimler tarafından sûre üzerinde pek çok müstakil tefsir vb. çalışmalar yapılmış; ayrıca süre üzerine tezler de hazırlanmıştır. (Bilgi ve örnekler için bk. Emin Işık, "İhlâs Sûresi", DİA, XXI, 538)
(Bk. Diyanet, Tefsiri, Kur’an Yolu: V/689-692.)
Yorum Bırakın